“Türkiyeli” Kavramının Tehlikesi ve Atatürk’ün “Türk Milleti” Tanımının Önemi
![]() |
Mustafa Kemal Atatürk'ün kendi el yazısıyla kaleme aldığı “Türk milleti” tanımı. |
Son yıllarda Türkiye’de dikkat çekici bir kavram mühendisliği yürütülüyor. Hem iktidarın anayasa ve vatandaşlık tanımlarında yaptığı vurgularla hem de terör örgütü PKK’nın siyasi uzantıları aracılığıyla sistemli biçimde “Türk milleti” kavramı aşındırılmak isteniyor. Yerine ise tarihsel, kültürel ve siyasal bir karşılığı olmayan “Türkiyeli” ifadesi yerleştirilmeye çalışılıyor. Oysa bu değişiklik sadece dilde bir dönüşüm değil; Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan ulus-devlet yapısının çözülmesi anlamına gelmektedir.
Tarihten Ders Almak: Osmanlı'nın Çöküşü
Bu senaryo yeni değil. Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde de benzer bir kimlik aşınması yaşanmıştı. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile başlatılan “Osmanlıcılık” üst kimliği, çok uluslu yapının dağılmasını önlemek amacıyla önerilmişti. Ancak bu proje tutmadı. Sırplar, Yunanlar, Bulgarlar, Araplar, Ermeniler ve Arnavutlar kendilerini artık “Osmanlı” değil, kendi etnik kimlikleriyle tanımlıyordu.
Milliyetçilik akımlarıyla birlikte bu halklar birer birer isyan etti, imparatorluktan koptu. Osmanlı devleti zayıfladıkça parçalanma hızlandı. Geriye yalnızca kendisini hâlâ bir bütün millet olarak gören Türkler kaldı.
Türk Ulus Devletinin Doğuşu
Bu tarihsel zeminde, Türk milleti Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde hem işgale karşı hem de kimliksizleşmeye karşı bir istiklal mücadelesi başlattı. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” sözü, etnik temelli değil; ortak tarih, kader ve bilinçle oluşmuş siyasal bir millet tanımına işaret eder.
Türk milleti tanımı; Kürt’üyle, Laz’ıyla, Boşnak’ıyla, Çerkez’iyle bu topraklarda kader birliği yapmış herkesin eşit şekilde dâhil olduğu bir üst kimliktir.
Bu anlayışın en özlü ifadesi ise şudur: “Ne mutlu Türk’üm diyene.”
Atatürk bu sözüyle, “Türk doğanı” değil, “Türk’üm diyen” herkesi onurlandırmıştır. Çünkü Türklük onun nezdinde bir kan bağı değil; bilinçli bir tercihi, cumhuriyet değerlerine bağlılığı ve ortak vatan fikrine sadakati simgeler. “Diyene” ifadesi, gönülden aidiyeti olan herkesi kapsar. Bu yönüyle dışlayıcı değil, birleştirici bir çağrıdır.
Sözün merkezinde etnik köken değil, yurttaşlık bilinciyle milletleşmek vardır. Yani Atatürk'e göre millet olmak için doğuştan “Türk” olmak gerekmez; Türk milletine gönülden bağlanmak yeterlidir.
“Türkiyeli” Tanımı: Kimliksizliğe Giden Yol
Bugün yeniden tedavüle sokulan “Türkiyeli” kavramı, bu bilinçli millet tanımını sulandırmakta, kimliksizliği dayatmaktadır. “Türkiyeli” ifadesi; tarihsiz, köksüz ve hafızasız bir üst kimlik arayışıdır. Ulus bilincini zayıflatır, toplumdaki ortak aidiyet duygusunu köreltir ve çatışmalara zemin hazırlar.
Amaç yalnızca vatandaşlık tanımını değiştirmek değil, Türkiye’yi ulus devlet kimliğinden uzaklaştırmaktır. Nihai hedef, federatif bir yapı ve ardından çok uluslu kaotik bir yapı oluşturmaktır. “Türkiyeli” kavramı ile PKK'nın ayrı bir devlet kurma arzusunun eş zamanlı gündeme gelmesi tesadüf değildir.
Sonuç: Türk Milleti Vardır, Varlığını da Sürdürecektir
Tarih gösteriyor ki; kimliğini yitiren milletler ayakta kalamaz. Türkiye’nin birliği, ancak “Türk milleti” kavramına sahip çıkmakla korunabilir. Bu kavram sadece geçmişin değil, bağımsız bir geleceğin de teminatıdır.
Atatürk’ün millet anlayışı, bu coğrafyada yaşayan herkesi kapsayan, çağdaş ve birleştirici bir yapı sunar. “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü, ayrımcılığın değil, birlik bilincinin özüdür.
Bu nedenle, Türk milleti tanımı yaşatılmalı; sadece anayasalarda değil, kalplerde de korunmalıdır.
Yorum Yaz
Yorum Gönder